Mustafa TOMBULOĞLU
(Yörtürk Kültür ve Sanat Dergisi/Temmuz-Ağustos 2007)
Ülkemizin de içinde bulunduğu Ortadoğu bölgesinde sular durulmuyor. Tarihe ve özellikle de bölge devletlerinden birinin ideolojisi ile yıllardır uyguladığı politikalarına bakıldığında suların durulacağına dair bir olasılık da görülmüyor. Ortadoğu bölgesinin yerli halkı olmayan bu devlet İsrail’dir. Söz konusu devlet, bölgenin bu karışık yapısının ana nedenidir. Zira bu ideoloji diğer milletleri sömürmeyi adeta milli bir görev kabul eden radikal bir yaklaşım içermektedir.
Yan neden ise, hiçbir etnik ve dini yapı dikkate alınmadan Batılı devletlerin kendi çıkarlarına göre çizilmiş olan Ortadoğu’daki sınırlardır. 5 Haziran 1967’de başlayan 6 gün Savaşları’nın 40.yıldönümünde, Uluslar arası Af Örgütü’nün yaptığı açıklama dikkat çekicidir. Söz konusu örgüt, “Filistinliler umutsuz ve yoksul, İsrailliler kendi halkının güvenliğini sağlamada başarısız” açıklamasında bulunmuştur.
Bölgenin tarihi geçmişine bakıldığında, Siyonist İdeolojinin kendi içinde oldukça disiplinli ve sabırlı bir yapı çizdiği görülmektedir. Bilindiği gibi, 1897 yılında, Birinci Siyonist Kongresi yapılmış ve bu ideolojinin amaçları ile hedefleri belirlenmiştir. Böylece “Siyonist Mitoloji” bir siyaset örgütlenmesine dönüşmüştür. 1897’den sonra Siyonistler çalışmalarına hız vermiş ve İsrail Devleti’nin kuruluş fermanı olan Balfour Deklarasyonu 2 Kasım 1917’de açıklanmıştır. O dönemin İngiltere Dışişleri Bakanı Arthur Balfour’un, Yahudi liderlere “Filistin’de bir Ulusal Yahudi Merkezi kurulması” için verdiği bu sözün ardından, İngiliz kuvvetlerinin askeri gücü ile Yahudi göçü, Araplara kabul ettirilerek göçe süreklilik kazandırılmıştır. Bu arada, Yahudi ideologlarının çalışmaları 1948 yılında sonuç vermiş ve Yahudilere Ürdün Nehri’nin her iki yakasında verilen ulusal topraklarda İsrail Devleti kurulmuştur.
Yeni oluşum, o zamana kadar Filistin’de Yahudiler ile Araplar arasında yaşanan çatışmaları bütün bölgeye sıçratmıştır. Fakat, buradaki en önemli konu Siyonistlerin kurduğu İsrail Devleti’nin sınırlardır. Bu ideolojik sınırlar zaten Ortadoğu’da barışa imkân vermemektedir. Siyonist İdeoloji’nin Yahudi Devleti’nin sınırları Nil ve Fırat Nehirleri arasında kalan bir coğrafyayı kapsamaktadır. Bu sınırlar güneyde tüm Sina Yarımadası, Kuzey Mısır’ın Kahire’ye kadar uzanan bir parçası, doğuda Ürdün’ün tamamı ve Suudi Arabistan’ın kuzey bölgesi, Kuveyt’in tümü, Irak’ın çok büyük bir kısmı, Kuzeyde Lübnan’ın ve Suriye’nin tamamı ile Türkiye’nin güneydoğusu ve Kıbrıs olarak tanımlanabilir. Bu ideale ulaşmak amacıyla izlenen dış politikanın Ortadoğu’ya barış getirmeyeceği açıktır.
İsrail’in, Yahudi Şeriatı’ndan kaynaklanan, “kendisine vaat edilmiş toprakları elde etme politikası”, çevre ülkeleri parçalayarak küçük parçalara ayırarak zayıflatma politikasına dayanmaktadır. Ana strateji, farklı etnik ve dini yapıları birbirlerine karşı kullanmaktır. Bunu başarabildiği zaman kendisine tehdit oluşturamayacak küçük ve güçsüz devletler ile çevrelenecektir. Daha sonra ise, bu bölgeleri elde etmek oldukça kolay olacaktır. Zaten; dinsel, kültürel ve ekonomik olarak bölge ülkelerinden farklı olan İsrail, böylece vaat edilmiş topraklarına ulaşmış olacaktır. Gerek Lübnan, gerekse Irak bu planının birer parçalarıdır. Lübnan ve Irak’ın içinde bulunduğu kargaşa ortamı herkes tarafından bilinmektedir. Günümüzde görünen Irak’ın Kürt, Şii ve Sünni olarak üç parçaya bölünmek istendiğidir. Bu da doğal olarak bölgede en çok İsrail işine yarayacaktır.
İsrail’in kutsal sınırları yanında bir de bölge devletlerini rahatsız eden ve Ortadoğu’daki barışa engel olabilecek başka bir hedefi daha vardır. Mesih inancı. Zira, inanca göre; Mesih’in ortaya çıkması için Yahudilerin, Kutsal Tapınağı yeniden inşa etmeleri gerekmektedir. Bunun için ise, eski tapınağın üzerine inşa edilmiş olan kutsal iki caminin yıkılması gerekmektedir. İsrail’in bu güne kadar uyguladığı politikalar göz önüne alındığında, yeteri kadar kuvvetlendiğinde, bugünkü ‘Ağlama Duvarı’nın bulunduğu yere Kutsal Tapınağı inşa etmek uğruna, bütün İslam dünyasını karşına alacağını da görmek mümkündür. Bu arada, günümüzde, Ortadoğu’daki nükleer güce sahip tek ülke olan İsrail’in karşısına İran’ın çıkması, İsrail’in gücünü göreceli olarak azaltmıştır. ABD’nin, bu konuyu önemsemesinin nedeni de budur.
ABD’nin, Irak’ı işgalinden sonra İsrail’in Irak’ta faaliyet göstermesi kolaylaşmıştır. İsrail, Kuzeyde yer alan Kürtlerle zaten her zaman işbirliği içindeydi. Bilindiği gibi, 1961’den 1975 yılına kadar süren ve Irak kuvvetlerince bastırılan isyana destek veren Kürtler ile ilişkilerini uzun vadeli bir strateji olarak rayına oturtmuştur. Kuzey Irak’ın İsrail için stratejik ve jeopolitik önemlerinden bir tanesi de hasımı olan Suriye ve İran’a yakınlığıdır. Zira Irak bu coğrafi konumu gereği, İsrail’e bu iki ülkeye yönelik faaliyetlerinde üs olarak hizmet etmektedir.
Bölgeden gelen haberlere göre; Son dönemde, Irak Ordusu’ndan kalma Rus yapımı tanklar İsrail ve ABD’liler tarafından modernleştirilmektedir. İsrail Devleti adına çalışanlar, Kuzey Irak’ta yer alan ABD ve Peşmerge tesislerinden azami biçimde yararlanmaktadır. Askeri işbirliği dışında kültürel alanda da işbirliği sürmektedir. Bu çerçevede;. Yahudi-Kürt Dostluk Dernekleri oluşturulmuş ve NGO’lar faaliyete geçirilmiştir. Öte yandan; Al-Watan Gazetesinde 3 Haziran tarihinde yayınlanan habere göre istihbarat alanında da ilişkiler son hızla devam etmektedir. Mossad Kuzey Irak’ta Suriye ve Türkiye sınırına yakın “Savita Çiftliği” bölgesinde istihbarat merkezi kurmuştur. Kürtler, İsrail ile yaklaşık altı ay önce bu çiftlikte bir askeri savunma antlaşması yapmıştır. Anlaşmada; İsrail’in, Kürt Bölgesini her türlü dış saldırıdan korumaya söz verdiği ve Kuzey Irak’ta sürekli askeri ve kara üsleri kuracağı ifade edilmektedir.
İsrail ile Kuzey Iraklı Kürtler arasındaki ekonomik işbirliği de tek taraflı değil elbette. Zira, Iraklı Kürtler Kerkük-Yumurtalık Petrol Boru Hattı’nı devre dışı bırakmak istemektedir. Bunun yerine Musul-Kerkük-Hayfa Petrol Boru Hattı’nı devreye sokmayı planlamaktadır. Bu hat 1936 yılında Kerkük’ten Hayfa Limanı’na ulaştırılmış fakat Arap-İsrail gerginliği ve savaşları nedeniyle 1950’li yıllardan sonra kullanılmamıştır. Buna alternatif olarak da Kerkük-Yumurtalık Petrol Boru Hattı yapılmıştır. Musul-Kerkük-Hayfa Hattı’nın İsrail kesiminde kalan kısmı sağlam durumdadır. Irak kesiminde kalan kısmının ise onarımlarının devam ettiği ve kapasitesinin 3 katına çıkarıldığı, bu hattın onarımının 2007 yılında tamamen bitirileceği tahmin edilmektedir. Yaşanan gelişmelere bakıldığında, Kürtlerin petrol konusunda Türkiye ile olan bağlarını en aza indirmeyi planladıkları açıkça gözükmektedir. Bu durum, Türkiye’nin bu hattan sağladığı geliri oldukça düşürecektir.
Özetle; ABD ve diğer Batı Devletleri ile İsrail çıkarları dünyadaki en büyük işletilebilir petrol rezervlerine sahip olan Ortadoğu’daki barışı, kısa ve uzun vadede tehdit etmektedir.