Mustafa TOMBULOĞLU
Yörtürk Kültür ve Sanat Dergisi (Mart – Nisan 2012)
Firavun Mısır’ın sahibi olduğunu iddia ediyordu ve kavmine şöyle sesleniyordu: “Ey kavmim! Mısır’ın mülkü ve altımdan akıp giden şu ırmaklar benim değil mi? Hala görmüyor musunuz?”. Hatta daha da ileri giderek kendini halka “tanrı” olarak kabul ettiriyordu. Zorbalık yapıyor, halkını çeşitli gruplara ayırıyordu. Onlardan bir grubu zayıflatıyor, oğullarını katlediyordu. O anneler çocuklarının katledileceğini bile bile doğuruyor, inadına doğruyorlardı. Firavun bu zulmü yaparken de ordusuna güveniyordu.
Şüphesiz Firavun’un sahip olduğu bu saltanat geçiciydi. Ama iktidar sarhoşu Firavun bunun farkında değildi. Gün geldi, Firavun ve ordusu, İsrailoğullarına zulmetmek ve saldırmak üzere onları denizde takip etti. Nihayet denizde boğulmak üzereyken Firavun: “Gerçekten, İsrailoğullarının inandığı Tanrı’dan başka tanrı olmadığına ben de iman ettim” dedi. Firavun boğulurken yanlış yaptığını itiraf etti, secdeye kapanıp af diledi ama ne fayda!..
Aslında bu sayıdaki başyazımda, içinde bulunduğumuz coğrafyada cereyan eden başka gelişmeleri ele almak istedim. Ancak, Beşar Esad’ın askerleri Mevlit Kandili’nde Humus’un Halidiye ilçesini tanklar, toplar ve zırhlı birliklerle sarıp, havan toplarıyla yerle bir edince fikrim değişti. Biliyorsunuz ki o kutsal gecede 400’e yakın kişi öldü, 1300 kişi de yaralandı. İnsan hakları örgütleri o günden bu yana en az 150 kişinin öldüğünü söylüyor. Rejim, yaralı olan muhaliflerin tedavisine mani olmak için hastaneleri de vuruyor. Yaralılar ise son derece sağlıksız ortamlarda tedavi edilmeye çalışılıyor.
Yukarıda özetlediğim Firavun hikayesinin size de Beşar Esad’ı hatırlattığının farkındayım. Ancak burada bir fark var…Firavun secdeye kapanırken aman dilemişti, ancak Suriye ordusu, Mevlit Kandili’nde masum halkın üzerine toplarla, tanklarla saldırırken Esad kameralara poz veriyordu. Birden aklıma iktidar hırsıyla yanıp tutuşan diğerleri de geldi. Çavuşesku, Miloseviç, Saddam, Zeynel Abidin, Mübarek ve Kaddafi…Soruyorum, Eski firavunlar daha mı iyiydi?..
Geçtiğimiz sayıda kaleme aldığım, “Türkiye’nin Suriye Politikasını Anlamak” başlıklı yazıyla ilgili çok sayıda “tebrik ve teşekkür” mesajı aldım. Aralarından bir tanesi beni son derece etkiledi. Mersin’de “TRT Çukurova Bölge Müdürü” olarak görev yaptığım dönemde tanıştığım Hataylı Nusayri asıllı bir arkadaşım aradı. Başyazıyı okuduğunu ve doğru tespitler yaptığımı söyledi. İsmini burada zikretmek istemediğim bu arkadaşım, “Evet, Esad’ın zulmü Arap Alevilerine de zarar veriyor. Bizler, medeniyetlerin buluştuğu bu bölgede tüm farklı etnik ve mezhepten olan vatandaşlarla barış içinde yaşıyoruz. Bizim dünya görüşümüzde zulüm yoktur. Hz. Ali der ki ‘Adalet için en büyük talihsizlik, devleti idare edenlerin zalimliğidir, adalet halkın dirliği ve düzeni, idarecilerin ise süsü ve güzelliğidir’. Suriye’ye bir an önce, daha fazla kan dökülmeden, ülkenin birliği sağlanarak, demokrasi ve adalet gelmeli, herkes bu sistemde yerini bulmalıdır. Sizin de belirttiğiniz gibi ister Sünni, Şii, Nusayri ya da Hıristiyan olsun, tüm halklar bu toprakların gerçeğidir ve sonsuza kadar birlikte yaşamak zorundadır. Bizlerin, Türkiye’nin Suriye politikasını anladığımızdan hiç şüpheniz olmasın”…
Arkadaşımın bu sözleri beni oldukça duygulandırdı ve dedikleri doğruydu. İlhaktan bu yana neredeyse 73 yıl geçti. Hatay’da ne mezhepsel ne de etnik hiçbir sorun yaşanmadı. Bu güzel yöremizde yıllardır “Kültür ve Medeniyetler Buluşması” adı altında çeşitli etkinlikler düzenleniyor. Hatta, 2011 yılının son günlerinde Hatay’da düzenlenen, “2. Uluslararası Ortadoğu Kongresi” kapsamında bir konser veren “Antakya Medeniyetler Korosu” bunun en güzel örneği. Koroda, Müslüman, Hıristiyan ve Yahudi dininden, Sünni, Alevi, Ortodoks, Katolik mezheplerine mensup 130 kişi bulunuyor. Antakya Medeniyetler Korosu Dernek Başkanı Yılmaz Özfırat bir konuşmasında, “Biz bunu yaparak birbirimizi daha iyi anlayabiliriz diye düşünüyorum. 2012 Nobel Barış Ödülüne de adayız” demişti.
İşte biz bu topraklar içinde kardeşçe yaşamayı bildik. Suriye için de aynı dilekleri paylaşıyoruz. Esad’ın bir an önce halkının sesine kulak vermesini, zulmetmeyi bırakmasını ve iktidar hırsını söndürmesini bekliyoruz. Zira, Ortadoğu’da yaşananlar mezhepsel bir mücadele değil, demokrasi mücadelesidir.
Ben de yazımı, Hataylı arkadaşıma buradan selam göndererek ve Hz.Ali’nin güzel bir sözüyle noktalamak istiyorum, “Adalet ve eşitliği gözetmek siyasetlerin en iyisidir”…