İçeriğe geç

TÜRK MİĞFERLERİ

    T Ü R K    M İ Ğ F E R L E R İ                                    

    Yörtürk Dergisi Sayı : 47

     

      Turgay TEZCAN

    Miğfer konik biçimde, altınyaldızlı ve bakırdan yapılmıştır. Önde bir sorguç yuvası vardır. Burunsiperinin üst kısmı yazılarla bezenmiştir. (XVI. yüzyıl sonu)
    Tarihte insanlığın ilk ilerici aşamalarını sağlayan üç ögevardır: Sürat anlamı Hukuk (Adalet) kavramı ve madenin işlenmesi. Bunlardan ilk ikiöge, insanlığa tinsel yönden verimlilik kaynağı olmuştur. Sonuncu öge ise, maddiuygarlığın birinci planda kullanılan başlıca malzemesidir. Demirin, insanlık hizmetalanına Türkler tarafından sunulduğu kanısı, çeşitli belgeler nedeni ile bilimçevrelerince egemendir. Bu madeni ilk kez anayurtları olan Orta Asya’da Altaylardabulmuşlardır. Türkler. Son yıllarda Altaylarda yapılan araştırmalarda, buyörelerin sayısız denecek kadar çok terkedilmiş ve kullanış tarihleri belli olmayanocaklarla dolu olduğu görülür. Türkler, dünyanın ilk demirci budunudur. Demirieritip, istedikleri şekli veren Türkler, insanlık evreninde uzun ve parlak birçığırın açılmasını oluşturmuş ve bu olayın dünya kültürüne de çok büyükkatkıları olmuştur.
    Demir, İ.Ö. 3500 yıllarında Türkler tarafından biliniyordu. Türkulusuna özgü, demir dağ motifi öykülerin kökleri, tarihten önceki karanlıkçağlara dek iner. Gök-Türk Devleti çağında (İ.S. 552) artık klasik anlamakavuşmuş olan “Ergenekon Destanı”nda, bu motifi en güzel biçimde görürüz.Altay, Orhan, Yenisey yörelerindeki kurganlarda yapılan kazılar ve araştırmalardaTürk Maden İşçiliğinin en eski örnekleri bulunmuştur. Büyük Hun İmparatorluğuçağında (İ.Ö. 204), eğri Türk kılıçları kurganlarda gelişmiş olarakgörülür. Uygurlar, çağının en iyi demir ve çelik işçileriydi. Çin elçisi981-984 yılları arasında Tufan ve Beş Balığı ziyaretinden sonra yazdığıanılarında, kentteki demir atelyelerini ve maden işçiliğini büyük bir hayranlıklaanlatır. Orta Asya Türkleri, eski Çin ve Arap yazılı kaynaklarında, “Demir üretenve bunu en iyi isteyen budun” diye anılır İranlılar ise Türkleri “Çeliğebürünmüş ulus” diye tanımlar.

    Selçuklu Türklerinin Orta Asya maden sanatınabirçok katkıları olmuştur. Osmanlılar ise, ilerici bir işçilik anlayışı ilemaden sanatını, yaptıkları çeşitli aşamalarla çok geliştirmiştir.
    Türklerin çok eski çağlardan beri bu madeni ustalıkla işleyip,çeşitli harp silah ve araları olarak kullanmaları önemli bir ögedir. Selçuklu veOsmanlı Devletleri kendilerine yeni bir yurt bulma ve buralarını korumak amacı ilesürekli bir savaş ortamı içinde bulunmaları nedeni ile, silah yapımınınTürklerde, maden işçiliğinin en önemli kolu durumuna gelmesine yol açmıştır.Bakır ve pirinçten yapılmış zırh, miğfer ve kalkan gibi bazı savunma silahlarınarastlıyorsak da kullanılan esas madde, dövülerek, hazırlanan yüksek kalitede demirve çeliktir.
    Madenden yapılan silahlar Anadolu’nun çeşitli merkezlerindebulunan silah ustaları tarafından yapılıyordu. Sivas, Konya, Erzurum, Van, Diyarbakırve bu merkezlerin en önemlileriydi. Daha sonra Edirne, Bursa, İstanbul kentleri giderekönem kazanmış ve İstanbul, XVI-XVIII. yüzyıllarda maden işçiliğinin en olgunçağını yaşamış, XVIII.-XIX. yüzyıllarda ise maden sanatını, gümüşişçiliği ile birlikte sürdürmüştür.
    Yukarda belirtmeğe çalıştığım maden işçiliğinin Osmanlılarçağında silah ve diğer süs eşyalarının yapımında bütün teknikleriyle, büyükbir ustalıkla uygulandığı bir gerçektir. Sonuç olarak; Türklerde madenişçiliğinin ileri bir el sanatı sayılması, kullanılan malzemenin cins veözelliklerinin iyi bilinmesi kadar, işçiliğindeki sağlamlıktan ve süslemelerdekiince ve tutarlı zevkten ileri gelmektedir.
    Kısaca değindiğimiz maden sanatından sonra miğfer tanımı,parçaları, yapımı, kullanılan teknikler ve miğferlere verilen adları belirtmekteyarar olacağı kanısındayım.
    Miğfer: Eskiden savaşlarda, savaşçının başınıkılıç, topuz, balta ve ok darbelerinden korunması için giydiği çelik başlıklaradenmektedir.
    Miğferler genellikle iki grupta toplanır:
    1- Peçelikli Miğferler
    2- Siperlikli Miğferler
    Peçelikli Miğferler: Peçelik, miğferin ağızkısmına tutturulan ve omuzlara kadar inen önü açık çelik halkalardan örülü birparçadır ki, buna “Zincir-Örgü zırh” da diyebiliriz. Aşağı doğru genişleyenbu örgü aynı zamanda omuzları örtmekte ve korumaktadır.
    Peçelikli Miğferlerin bölümlerini şöyle sıralayabiliriz:
    a- Ağız kısmı: Miğferin başa geçirildiğikısmıdır. Ön tarafında iki göz oyuğu vardır. Genellikle bu kısımda çeşitlimotif ve yazıtlara rastlanır. a- Ağız kısmı: Miğferin başa geçirildiğikısmıdır. Ön tarafında iki göz oyuğu vardır. Genellikle bu kısımda çeşitlimotif ve yazıtlara rastlanır.
    b- Gövde kısmı: Miğferin en dikkat çekiciyeridir. Ağız kısmından tepeliğe kadar olan bu kısmın bazen dik ve diagonalyivlerle, yazı ve kıymetli taşlarla süslü olabildiği gibi, bazen de tamamiyleteyzinatsızdır.
    c- Tepelik: Yukarı doğru çıkan ve gövdeninyuvarlaklığını kapatan ince, uzun bir parçadır. Miğferin göze daha zarifgörünmesini sağlar.
    d- Burun siperliği: Burnu korumak için yapılmış olup,hareketlidir. Aşağı-yukarı inip çıkabilir ve genellikle altın yaldız ve kakma ilesüslüdür.
    e- Sorguçlar: Bazı miğferlerin üzerinde savaşçınınrütbesine göre şekli ve sayıda sorguçlar bulunur. Bazen kuş tüyü, fakat genelliklemadeni olan bu sorguçlar 10-15 cm. boyunda ince bir boru şeklinde olup, tepelikbölümüne doğru genişlemektedir.
        Siperlikli Miğferler: Genel olarak dört kısımdanoluşur. Ağız, gövde, tepelik ve burun siperliği kısımları. Bu miğferler,peçelikli miğferlerle aynı özelliğe sahiptiler. Fazla olarak bu miğferlerde şukısımlar bulunur.
    a- Alın siperliği: Savaşçının alnının muhtemeldarbelerden korunması için yapılmıştır.
    b- Kulaklık: Kulakları korur. Miğfere özelmenteşelerle tutturulmuştur.
    c- Esneklik: Peçeliğin yerini tutar. Savaşçınınensesini korur.

    Miğferler çok eskiden beri kullanılan, maden sanatının en güzelörneklerinden biri olup, savunma aracı olarak kullanılmıştır. Miğferler geçmişyüzyıllarda çeşitli isimler almışlardır. Örneğin: Arapça’da Beyza, Hayza,Devmas, Rabia ve Arma gibi…
    Türkçe’de ise; Demirtaş, Zirh başlık, Zırh külah, Aşuk, Işık,Dalga, Davulga, Topulga ve Tulga gibi.
    Topkapı Sarayı Müzesi arşivindeki II. Bayezit ve Kanuni çağı yazılıbelgelerinde Tolga, Serpenah, Zırh külah deyimlerine rastlanmaktadır. Ancak miğferkelimesi kullanılmamıştır. Yine bu çağlarda orduda Hüsrevani, Derbendi. Harci veHassi gibi deyimlerle anılan tolgalar belgelerde kaydedilmekte, fakat şekil venitelikleri hakkında herhangi bir bilgi vermektedir. Bunların dışında miğferleriçin Tas ve Başlık gibi deyimler de kullanılmıştır.
    Miğfer yapımı: Miğfer, madeni eserlere şekil vermeküzere kullanılan dövme tekniği ile yapılır. Tek bir madeni levhadanyapılabildikleri gibi, ayrı ayrı parçalar halinde yapılıp birleştirildikleri deolur. Genellikle gövde kısımları yekparedir. Enselik, alın, burun siperliği vekulaklık miğfere sonradan perçinlenir. Tek parçadan miğfer yaparken, kullanılacakmaden, levha haline getirilir, ısıtılır ve ortası çukur bir ağaç kütüğe konur.Daha sonra ustalar tarafından ucu yuvarlak bir şekil alması sağlanır. Bu işlem devamederken maden sertleşir. Kırılacak bir hal alır. O zaman levha yeniden ısıtılır vetekrar dövülmeğe devam edilir. Bu işlem, maden istenilen şekli alıncaya dek devameder. Bu dövme işlemi büyük ustalık ister. Maden üzerindeki çekiç darbelerinin izibelli olmamalıdır. Yekpare olmayan diğer aksamdan alınlık, siperlik ve kulaklıklarise gövdeye çoğunlukla perçin ile tutturulur.
    İlk devirlerde miğferlerin demir ve çelikten yapıldıklarınıgörüyoruz. Bu madenler çok sağlam ve dayanıklı oldukları için uzun zaman daima önplanda kalmış ve kullanılmışlardır. XVI. yüzyıldan itibaren bakırdan yapılmışmiğferlerin ağırlık kazandığını görüyoruz. Özellikle Türklerin saygınlıkgösterdikleri bu tip miğferlere göre daha az dayanıklı, fakat işlenişleri dahakolaydı. XVI.-XVII. yüzyıllarda Anadolu’da özellikle bakır cevherinin çok bololuşu, bir bakıma bu saygınlığı yaygınlaştırmıştır.

     

    Silahların çelik kısımlarının süslenmesinde genellikle iki teknik kullanılmıştır. Bunlar “Oyma” ve “Kakma” tekniklerdir. Madeni yüzey üzerinde sert ve keskin uçlu kalemle motifler oyulursa buna “Oyma tekniği”, oyuklara altın veya gümüş tel döşenip çakılır, sonra üzeri silinirse buna da “Kakma tekniği” denir. “Sıcak kakma” diye bilinen diğer bir teknikte ise, oyuklara altın ve gümüş tozu serpilir, sonra ısıtılarak tozların eriyip oyukları tamamen doldurması sağlanır. Genellikle miğferlerin süslenmesinde oyma ve kakma tekniklerin birlikte kullanıldığı görülmektedir. Türk miğferlerinde her yüzyılın kendine özgü tip ve özelikleri bulunmaktadır. Şöyle ki: XVI. yüzyılın sonu ve XV. yüzyıl Türk miğferlerinin hemen hepsi göz siperlikli ve peçeliklidir. Gövde ise oldukça ince ve sivridir. XV. yüzyılın sonuna doğru gövde inceliğin kaybetmiş, tepelik küçülmüş ve kısalmıştır. Aynı zamanda doğu etkili, dışa taşkın ve şişkin gövde belirmeye başlar. XVI. yüzyılda ise miğferler ağız kısmından tepeliğe kadar yekpare yapılmıştır. Gövdedeki yivler belli belirsiz bir durum almıştır. Tepelik ise iyice küçülmüştür. XVI. yüzyıl Türk miğferleri için en olgun bir devir olarak kabul edilmektedir. Miğferlerde oranlar gayet iyi düşünülmüş ve tatbik edilmiştir. Ağız çevresi, gövde belirli bir oran dahilinde olup, birbirleriyle tam bir uyumluluk sağlamıştır. XVI. yüzyıl ikinci yarısı ve XVII. yüzyılın başında, oranlar gene uyumludur. Tepelik fonksiyonunu tamamen kaybetmiş ve gövde bazen düzdür. Bu yüzyıllarda göz siperleri tamamen kalkmış, yerini alın siperleri almıştır. Enselik ve kulaklığın ise hala kullanıldığını görüyoruz. XVII. yüzyıldan sonra miğferler fonksiyonlarını tüm olarak yitirmişler, gerek şekil ve gerekse süsleme yönünden bir değişikliğe uğramamışlardır. Topkapı Sarayı Müzesi Silah Depo ve Seksiyonundaki Türk miğferlerinin en erken örnekleri XV. yüzyıla aittir. Böylece koleksiyonumuzdaki miğferler en az beş yüzyıllık bir geçmişe sahip bulunmaktadır. Bu miğferlerin en nadide örnekleri Silah Seksiyonunda sergilenmektedir. Hemen hemen elimizdeki miğferlerin tümü, yazılı ve motiflidir. Özel tören günlerinde ve bayramlarda giyilen son derece değerli taşlarla bezenmiş, çok güzel yazılarla süslenmiş ve birer sanat şaheseri sayılabilecek nitelikte olan miğferler ise, gene aynı müzenin Hazine Seksiyonarında bulunmaktadır. Sonuç olarak Türkler, her silahta olduğu gibi miğfer yapımında da büyük bir başarıya erişmişler. Türk maden sanatının en güzel örneklerini gene bu eserlerle, vermişlerdir. Her biri gayet ustalıkla, ince ve zevkli bir işçilik anlayışıyle meydana getirilen bu miğferler, bugün de değerlerinden hiç bir şey yitirmeden Türk maden sanatının olumsuz yapıtları arasına girmişlerdir.

    Yörük Türkmen (Yörtürk) Vakfı

    Bir yanıt yazın