Mustafa TOMBULOĞLU
Yörtürk Kültür ve Sanat Dergisi (Ocak – Şubat 2012)
Suriye halkı, 2000 yılında babasının ölümü üzerine, devlet başkanı olan Beşar Esad ile her şeyin değişeceğini umuyordu. Gerek Suriye halkı, gerek uluslararası kamuoyu Suriye’nin iç ve dış politikalarında ciddi değişiklikler olacağı ve reform sürecinin başlayacağı beklentisi içindeydi. Ancak, aradan on bir yıl geçti…Beşar Esad da babası ve her diktatör gibi baskı ve şiddeti seçti. Mart 2011’den bu yana kendi halkına silah doğrultan Beşar Esad, binlerce kişinin ölümüne, on binlerce kişinin gözaltına alınmasına ve işkenceye maruz kalmasına neden oldu.
Uluslararası Af Örgütü’nün, Ekim 2011 tarihli Suriye raporu da bu ülkede yaşanan insanlık dramını gözler önüne seriyor. Af Örgütü raporunda, Suriye Yönetimi’nin, “muhalif gösterilerde yaralananlara tıbbi müdahalede bulunmamaları” konusunda sağlık görevlilerine baskı yaptığı bildiriliyor. Ülkeden kaçan bazı sağlık görevlilerinin ve görgü tanıklarının ifadelerine dayanılarak oluşturulan raporda, Suriye Yönetimi’nin, hastaneleri ve tüm sağlık merkezlerini sıkı kontrol altında tuttuğu, hastanelere gelen yararlıların kimliği hakkında günlük rapor istediği, muhalif olduğu kanaatine varılan yaralıların derhal hastanelerden toplanıp, tutuklandığı” belirtiliyor. Tıbbi etik uyarınca, hangi etnik ya da mezhepten olursa olsun yararlılara tıbbi müdahalede bulunmaları gerektiğini belirten doktorların, Yönetim tarafından cezalandırıldıkları vurgulanıyor. Ayrıca, Suriye güvenlik birimlerinin, çıkan çatışmalarda yaralanan sivilleri taşıyan ambulansları beklettiği, geçiş izni vermediği de raporda yer alan diğer çarpıcı husus…
Artık, büyük bir iç meşruiyet sorunu yaşayan Esad Yönetimi, Arap Birliği’nin son kararıyla Arap dünyasındaki meşruiyetini de yitirmiştir. Bugün ülkedeki devlet şiddeti, gerek Suriye’deki, gerek Türkiye’nin güneyinde yaşayan TC vatandaşı Nusayrileri rahatsız etmektedir. Nusayriler, Suriye’deki durumun Arap Alevilerine de zarar verdiğini, Esad’ın bir an önce demokratik yollarla çekilmesi gerektiğini söylemektedir. Gelinen aşamada Esad’ın, daha fazla yönetimde kalamayacağı açıktır.
K.Afrika’da başlayan ve Ortadoğu’ya sıçrayan bu ateşi alevlendiren nedir?…Bu bölgenin insanları artık değişen dünyada daha onurlu, refah, adil ve demokratik bir yaşam istemektedir. Bu güzel dilekler, ister Sünni, Şii, Nusayri ya da Hıristiyan olsun, bu toprakların gerçeği, doğal varlığı olan tüm halkların hakkıdır. Dolayısıyla Esad’ın, halkın meşru taleplerini görmezden gelmeye devam etmesi kabul edilebilecek bir durum değildir.
İşte bu noktada Türkiye’nin, Suriye’ye yönelik uyguladığı haklı politikayı anlamak gerekmektedir. Türkiye, Suriye politikası nedeniyle, zaman zaman “mezhep eleştirilerine” maruz kalmaktadır. Oysa olaylara insani açıdan bakan Türkiye’nin, Suriye’ye yönelik olarak “mezhep ve etnik temelli bir siyaset izlemediği, Suriye’deki yöneticilerin inancıyla, mezhebi yapısıyla bir probleminin olmadığı” açıktır. Zira, Türkiye, Tunus, Mısır ve Libya’da da demokrasiye geçiş sürecine destek vermiş, Sünni olan Bin Ali, Mübarek ve Kaddafi’ye karşı net tavrını ortaya koymuştur. Ayrıca, Türkiye’nin, Suriye ile ilişkilerini geliştirdiği son on yıl içinde de Beşar Esad yönetimdeydi ve Esad o zaman da Nusayri’ydi. Dolayısıyla Türkiye’nin, Esad’ın mezhebi yönüyle alakadar olmadığı ortadadır. Söz konusu dönemde Türkiye, başta ABD olmak üzere bir çok ülke tarafından izole edilmeye çalışılan Suriye Yönetimi’ne kucak açmıştır. Ancak mevcut durumda Türkiye’nin, sınır komşusunda yaşanan bu insanlık dramına sessiz kalması, şiddetten kaçarak kendisine sığınan Suriyelilere insani yardımlarını esirgemesi mümkün değildir,
Türkiye, Suriye’deki sürecin daha sağlıklı geçmesi, Suriyeli kardeşlerinin köylerinde, şehirlerinde barış, huzur ve istikrar içinde yaşaması, sorunun, ülkenin birliği sağlanarak en kısa sürede barışçı bir şekilde çözülmesi için gayret sarf etmektedir. Zira Suriye’nin etnik, dinsel, mezhepsel bir iç savaşın içine sürüklenmesi, dış müdahalelere açık hale gelmesi, birliğini ve istikrarını kaybetmesi Türkiye’yi de doğrudan etkileyecektir. Bu nedenle, bir an önce Suriye’de demokratik, çok partili, iktidar değişiminin yaşanabildiği, hukukun üstünlüğünün yer aldığı bir yapının oluşması ve ülkedeki tüm dini, etnik unsurların da bu yeni sisteme entegre olması gerekmektedir.