Mustafa Tombuloğlu
(Yörtürk Kültür ve Sanat Dergisi-Mart/Nisan 2006)
ABD, İran’ı, nükleer enerji programı nedeniyle acil bir tehlike olarak görüyor. Bu konudaki tezlerine, son iki yılda Avrupa, Rusya ve Çin’den de destek elde etmeyi başardı. Şimdi, İran’a baskı yapan uluslararası cepheye Arap ülkelerini de eklemeye çalışıyor. Araplar, İran’ın nükleer arzuları konusundaki endişelerini saklamıyor. Ancak, bölgedeki halkın çoğu Amerika’nın Müslüman karşıtı politikalarına öfkeli. Mısır’ın ve Arap dünyasının önemli gazetelerinden Al’Ahram, İsrail’in nükleer başlıklı yüzlerce füzeye sahip olmasına rağmen bu rejime yönelik hiçbir baskının olmadığına, aksine desteklendiğine dikkat çekerek, bu öfkeyi dile getiriyor. Aslında, diğer önemli güçler de ABD’ye güvenmiyor. Çünkü, Washington, İran politikasının önceliğinin rejim değişikliği mi yoksa nükleer silahsızlanma mı olması gerektiği konusunda kararsız. İsrail ise, en acil tehdit altında olan ülke görünümünde.. İsrail’in bu kaygısını paylaşan ABD Başkanı Bush, İsrail’i savunmak için gerekirse güce başvurabileceğini açıkladı.
Batı’nın, İran nükleer teknolojisine karşı çıkması iki açıdan incelenebilir: İlki, şu an nükleer bilime sahip ülkeler arasına giren İran’ın bu çabasına karşı çıkmak. İkincisi, uluslararası toplumun diğer üyeleri arasında bu teknolojinin yayılmasından kaygılanmak. Batı böyle bir duruma ne şimdi, ne gelecekte onay veremez. Fransa Cumhurbaşkanı Jacques Chirac, Ocak ayında, Fransa’nın Normandiya’da bulunan Le Longue Nükleer Deniz Üssünü ziyareti sırasında yaptığı kısmen örtülü, kısmen açık tehdit içeren açıklamalarıyla krize beklenmeyen bir unsur ekledi. Chirac, “Fransa’nın kendisine yönelik bir terörist saldırıya ve Fransa’nın stratejik ikmalini (yani petrol) kesen ülkeye karşı nükleer silahlarını kullanabileceğini” söyledi. Fransız basını, Chirac’ın hedefinin İran olduğu konusunda birleşti. Böylece, Avrupa’nın İsrail’in akıbetiyle çok da fazla ilgilenmediği ortaya çıktı.
Bilindiği gibi İran, Uluslararası Atom Enerjisi Kurumu (UAEK) ve Nükleer Silahların Yayılmasını Önleme Antlaşması (NPT)’na en baştan üye olan devletlerden. İran’ın nükleer programı 1970’lere kadar gitmektedir. O dönemde, Şah Rıza Pehlevi, ülke genelinde 20 adet nükleer santralın inşası için planların yapıldığını açıklamıştı. Gariptir, bu program ABD ve Avrupa’nın desteğiyle başladı. 1979 İran Devrimi’ne kadar, ABD ve Almanya İran’a destek verirken, devrimden sonra Rusya ve Çin de destek verdi. Rejim muhaliflerinin, 14 Ağustos 2002 tarihinde, yurtdışında yaptıkları “Natanz ve Arak’ta iki adet gizli nükleer tesis var” şeklindeki açıklaması ile sorun başlamış oldu. Tesislere ait fotoğrafların, 13 Aralık 2002’de CNN’de yayımlanmasının ardından, UAEK Başkanı Muhammed El Baradey, Şubat 2003’te tesislerde inceleme yapmak üzere bir ekiple birlikte İran’a gitti. Ancak, incelemenin ayrıntıları 16 Haziran 2003 tarihinde açıklandı ve İran’ın NPT’ye aykırı hareket ettiği resmen ilan edildi. Şubat 2004’e gelindiğinde ise UAEK uzmanları, “İran atom bombasının yapımında ve patlatılmasında kullanılan zincire ulaştı” değerlendirmesinde birleştiler. İran, 06 Kasım 2004 tarihinde, üç AB üyesi ülkesi ile Paris’te, daha sonra 26 Şubat 2005’te Rusya ile bir anlaşma yaparak, yeni bir zaman dilimi kazandı. Bu arada İran, nükleer faaliyetleri enerji ihtiyacını karşılamak amacıyla yürüttüğünü ileri sürdü. Ancak, İran’ın, yüzde 15 ile dünyanın ikinci büyük doğalgaz rezervine ve küresel petrol rezervinin yüzde 11’ine sahip olması nedeniyle, bu gerekçe inandırıcı bulunmadı.
Bölgesel güç olma hedefindeki İran’ın neden nükleer silahlara sahip olmak istediği konusunda farklı görüşler var. Merkezi Texas’ta bulunan Strategic Forecasting (Stratfor) adlı stratejik analiz grubuna göre; “İran’ın nükleer emelleri, İslam dünyasındaki yerini koruma çabasıdır. İran, radikal İslam’ın liderliği için Sünni Vahhabi bir hareket olan El Kaide’ye üstünlük kurmak istemektedir”. Batılı bir kaynak da, “şu an Azerbaycan olarak bilinen devletin çağlar boyunca Pers İmparatorluğu’nun kuzey eyaleti olarak geçtiğini, dolayısıyla nükleer İran’ın, Farsların, Azerbaycan’ın güneyini geri alma noktasındaki emellerini diriltebileceğini” söylüyor. Nitekim İran, şu an 1921-1940 Sovyet-İran Anlaşmaları’ndan yola çıkarak Hazar petrollerinden pay istiyor.
Gelişmelere bakılırsa, küresel aktörleri arkasına alan ABD’nin yoğun baskısı sonuç vermek üzere. Çünkü, BM Güvenlik Konseyi, Mart 2006 ayı son haftasında, İran’ın “uranyum zenginleştirme” faaliyetini durdurması yönünde önemli bir adım attı. Konsey kararına göre, UAEK İran’ın uranyum zenginleştirme çalışmalarıyla ilgili talebe uyup uymadığı konusunda 30 gün içinde rapor verecek. Şimdi, İran’ın dikkate alacağı temel husus bölgede güven oluşturmaktır. Sorunun, UAEA çerçevesinde çözülmesi hâlâ mümkündür. Aksi halde, siyasi adımlar atılmadan askeri güç kullanımını savunanlar, Irak’ta yaşanan hatanın tekrarına neden olabilir…