İçeriğe geç

SURİYE ABD ÇIKMAZINDA

    Mustafa TOMBULOĞLU
    (Yörtürk Kültür ve Sanat Dergisi-Kasım/Aralık 2005)

    Bush Yönetimi, Irak’ta yaşadığı durumu kendi kamuoyuna izah edebilmek için Suriye ile gerginlik politikasını tırmandırma ihtiyacı duyuyor. ABD’nin, son dönemde Irak’ın Suriye sınır bölgelerindeki operasyonları çerçevesinde gerçekleştirdiği tutuklamalar bu görüşü doğruluyor. “Suriye’nin teröre destek veren ülke” olduğu yönündeki tezini canlı tutmaya çalışan ABD, muhtemel planlamaları doğrultusunda gerekli alt yapıyı hazırlıyor. Suriye’de bazı çevreler, ABD Yönetimi’nin Suriye ile “masa üstünde” hiç bir pazarlığa ve görüşmeye yanaşmayarak, sürekli taleplerde bulunduğuna, talepleri karşılandıkça da yeni talepleri gündeme taşıdığına dikkat çekerek, ABD’nin Suriye’deki mevcut yönetimin komple değişmesini hedeflediğini vurguluyor.

    Suriye Devlet Başkanı Beşar Esad, 10 Kasım 2005 tarihinde, yaklaşan tehlikelere işaret ettiği konuşmasında “Düşmanın iki stratejisi var. Ya ben seni öldürürüm, ya da sen intihar et. İkisi de aynı kapıya çıkıyor” şeklindeki ifadeleriyle bu zor durumu özetliyor.

    ABD’nin, ilk etapta BMGK’nden ekonomik ambargo kararını çıkartması bekleniyor. Suriye halkının yönetime verdiği desteği kırmak, yönetime de kararlılığını göstermek ve muhalefetin sesini güçlendirmek için, terör odaklarına karşı yapıldığı gerekçesiyle Suriye’nin bazı bölgelerine “sınırlı hava harekatı” düzenlemesini ihtimal dahilinde görenler var. Bu arada, İsrail’in sessizliğini koruması da dikkat çeken bir husus. Bunun nedeni, ABD’nin muhtemel senaryosu kapsamında, “Suriye’nin diğer Arap ülkelerinden destek bulmasını önlemek ve konuyu öncelikle Suriye’nin BMGK kararını uygulamadığı” çerçevesinde tutmak istemesi olabilir.

    Esad’ın, konuşmasında verdiği mesajlarla özellikle S.Arabistan, Bahreyn ve Katar olmak üzere Arap ülkelerinin dikkatini çekerek, ABD’ye karşı artık son kartlarını oynadığı belirtiliyor. Suriye Yönetimi’nin, BMGK’nin 1636 sayılı kararı doğrultusunda Hariri suikasti sorumlularının bulunması konusunda işbirliği yapacağını açıklamasına karşın, 13 Kasım 2005 tarihi itibariyle “iş birliğinin şekli ve yaratacağı sonuçlar” konusunda bazı sıkıntılar mevcut. Suriye, Lübnan eski Başbakanı Refik Hariri suikastini araştırmakla görevli Uluslararası Bağımsız Soruşturma Komisyonu Başkanı Alman Savcı Detlev Mehlis’in, Lübnan’daki Monteverdi Otel’de sorgulamak istediği Suriyeli 6 yetkilinin arasında Esad’ın eniştesi Asıf Şevket ve kardeşi Mahir Esad’da bulunuyor. Suriye, Mehlis ile öncelikle “iş birliğinin çerçevesini ve esaslarını” belirleyen “bir anlayış muhtırası” imzalamak istiyor. Ancak Mehlis’in, Suriye tarafının her türlü önerisini reddetmesi ve kendisini Suriye Devleti’nin üzerinde gören bir yaklaşım sergilemesi tepkilere neden oluyor. Mehlis’in, ABD’nin yönlendirmeleri ile hareket etmesi, başta bir çok Arap ülkesi olmak üzere etkili olabilecek bazı devletlerin “Suriye’nin BMGK kararlarına uyması gerektiği” şeklindeki yüzeysel açıklamalarda bulunması ve Mehlis’in tutumuna tepki göstermemesi Suriye’yi rahatsız ediyor.

    Mehlis’in, Lübnan’da sorgulamak istediği Suriyeli yetkililer konusunda, Lübnan dışında alternatif sorgulama yerlerinin gündeme getirilmesi ve sorgulama yeri konusunda bir anlaşmaya varılamaması sonucu tırmanan siyasi kriz, Suriye ekonomisini olumsuz etkilemiştir. Söz konusu gelişmeler ışığında, 1 ABD doları 56,5 Suriye Lirasına kadar yükselmiş, bilahare Merkez Bankası’nın müdahalesiyle 56,25 Suriye Lirasına gerilemiştir. Uzun yıllardır ilk kez bu seviyelere çıkan ve psikolojik etkilerden dolayı yükselme eğilimini koruyan Doların maliyetlere etkisi iç piyasada fiyatların artmasına neden olmuştur. Oysa ki, ABD-Suriye ilişkilerinde gelinen kritik aşama, Suriye’de halkın yönetime vereceği desteğin önemini artırmaktadır. Bu desteğin sürdürülebilmesi için “ekonomik ambargo”nun muhtemel zararlarının asgari düzeyde tutulması gerekiyor. Nitekim yönetim, son dönemde aldığı bazı kararlar ile iç ve dış kamuoyuna karşı ülkenin ekonomik ambargodan etkilenmeyeceğini ve uzun soluklu mücadeleye hazır olduğu mesajını vermeye çalışmaktadır.

    Söz konusu mücadeleye destek vermek amacıyla, Arap Partileri Konferansı Genel Sekreterliği’nin, 13 Kasım 2005 tarihinde, Şam’da olağanüstü bir oturum yaptığı ve genelde tüm Arap ulusuna, özelde ise Suriye’ye yönelik tehditlere karşı konulmasında halkın tüm potansiyelini kullanması gerektiği hususunun vurgulandığı ifade ediliyor. Ayrıca, Suriye’yi hedef alan baskıların tüm bölge ülkeleri için tehlikeli olduğuna işaret edilerek, “Suriye ile Dayanışma Günü” ilan edilmesi için Arap Parlamentoları, Arap Ligi ve İslam Konferansı Örgütü ile sivil toplum kuruluşlarına çağrıda bulunulduğu bildiriliyor. Ancak, Suriye’deki liberallerin ve özgürlükçü akım mensuplarının reform talepleri göz ardı edilerek, sözü edilen uzun soluklu mücadelede başarıya ulaşmak mümkün mü? Esasen, Irak’ın istikrarı sağlanmadan bölgenin istikrara kavuşacağını düşünmek hayal olur. Bu nedenle, hem Suriye’nin hem de bölgedeki diğer ülkelerin sorunların çözümü konusunda her türlü çabayı göstermesi kaçınılmazdır.

     

    Bir yanıt yazın